top of page

GFN #2: Gittiler, Dönüyorlar ve Opoku Yağmuru

  • Yazarın fotoğrafı: Sahalar İstanbul
    Sahalar İstanbul
  • 20 Ağu
  • 5 dakikada okunur

Türk futbolunu son yirmi yılda en çok meşgul eden konu, yabancılar ve yerliler idi. Yabancının çoğalmasını kızılelma sayan gürültülü bir anlatının her yanı kapladığı yıllar yaşadık. Nitelikli Türk futbolcusunun ihracatı da anlatının en önemli unsurlarından biriydi. Yoğun ithalat sayesinde kulüpler daha başarılı olacaktı, bu durumun tetikleyeceği ihracat sayesinde ise Milli Takım yükselecekti: Kazan - kazan bir siyaset, buna karşı çıkanlar ancak hain olabilirdi. Hatta kerli ferli, itibarlı, sosyolojiyi iyi bildiği söylenen duayen isimler tarafından Euro 2020’de final adayı ilan edilmiştik. Neden, çok sayıda oyuncumuz Avrupa’da oynuyordu. Yani tam olarak hepsi oynuyordu denemezdi ama, oranın iş gücüne kayıtlılardı ve yıllarca işlenen büyük anlatının çıktısı olarak Türk Milli Takımı’nın başarılı olması bekleniyordu.


22 Haziran 1995: Şili v Türkiye
22 Haziran 1995: Şili v Türkiye

Tabii ki sonuç bu yanlış anlatıyı kuranların umduğu gibi olmadı. Sıfır çektik. Euro 2024’te ise artık başarıya namzet milli takım anlatısı tavsamıştı, hemen hemen aynı sayıda oyuncumuz ülke dışında oynuyor olmasına rağmen final adayı sayılmadık ama daha iyiydik. Zaten arada kulüpler düzeyinde dibi gördüğümüz, Avrupa kupalarına katılım haklarımızın iyice azaldığı yıllar yaşadık. Konuyu ahmak yemişi düzeyinde ele alanlar dahi oldu; sanki karşı teklif yasak getirilmesiymişçesine, yalnızca henüz lise çağındaki toy zihinlere yönelik ucuz propoganda yapıldı, kısmen halen de yapılıyor. Şahsi menfaatin ve aşağılık kompleksinin tezahürü bu söylemler psikanalizin konusudur. Ama artık tartışılıyor, konuşuluyor dahi denemez, çünkü zemin tamamen kayboldu. Ortada anlamlı bir Türk oyuncu havuzu kalmadığı için anlatının bir ayağı komple çöktü. Bunun üzerine bir de giden oyunculardan geri dönüşler sıklaştı.


Önce Çağlar ve Cengiz döndü. Okay döndü, hatta işte gençten gidenlerden Emirhan, Ömer Faruk döndü. Yaşı geçti Cenk döndü, Rıdvan geri gelsin diye her sene bir kulübümüz uğraşıyor. Berat döndü, Yusuf Yazıcı bir ara döndü sonra tekrar gitti. Kerem dönmek üzere deniyor ve daha yeni bir fenomen olarak üst düzey gurbetçi oyuncularımız Türkiye’ye geliyor veya gelmek istiyor.Kerem, Hakan, İlkay ve Orkun başta olmak üzere elit oyuncularımızda yaşanan bu hareketliliğin birinci sebebi kuşkusuz üç büyüklerin astronomik bonservis ve maaş seviyelerine ulaşması oldu. Maaş tarafında uzun süre avantajlı idik ama birkaç sezondur bonservis ödeme kapasitesi de çok yükseldiği için durum değişti. Gidenlerin dönmek için düşüşe geçmesini beklemeye gerek kalmadı. Bu noktada çarpıcı ve gülünç olan şu ki, yerli oyuncularının ihracatıyla oluşacak rekabet faydası anlatısına göre onların ikamesi çok daha geniş bir havuzdan ve daha ucuza gerçekleştirilecek ithalatla yapılacaktı. Ama gelinen noktada satış fiyatlarından çok daha yüksek bonservis ve maaş karşılığında transfer ediliyorlar. Burada bi acayiplik yok mu?


Hem var, hem yok. Acayiplik var, çünkü gidenler dönüyor. Türkçe konuşan oyuncular, gurbetçiler gelmek istiyor. Dolayısıyla fiyat ve rekabet avantajı yaratacağı iddia edilen pazarın bir tür emtia pazarı olmadığı, kanlı canlı insan pazarı olduğu yok sayılmıştı. Türk olmak, Türkçe konuşmak, buralı olmak, buraya aidiyet duymak her zaman ama her zaman bir adım öndedir; bunun önemsenmesi düşüklük addedilmişti. Acayiplik yok, zira bugün gelinen noktada UEFA şampiyonlarının standardı olan 17+8’e çok yakın bir barem belirlemişken dahi takımlarımız tam liste veremiyor. 14 yabancıya ek olarak zaten kadroda mutlaka birkaç gurbetçi bulunduğu için ithalat düzeyimiz evrensel sınırlarının tepe noktasında. Dolayısıyla ülke içinde yetişmiş oyuncu her zaman kıymetli olacak. İhracatın faydası anlatısının gözardı ettiği ya da görmezden geldiği bir diğer nokta da burasıydı. Avrupaya giden takımlarımıza yetecek kadar oyuncumuz yoktu, artık daha da az.


Diğer yandan nasıl artan bütçeler sayesinde büyüklere dönüşler arttıysa, diğer kulüplerimiz için de tam tersi bir süreç işledi. Bütçeler küçüldükçe kalite düştü, sürekli daha aşağı düştü ve Türkiye Süper Ligi’nin rekabet düzeyi dibe vurdu. Patagonya’dan Madagaskar’a kadar geniş bir oyuncu havuzundan transfer yaparak gelişeceği, güçleneceği iddia edilen ligimizin rekabet düzeyi artık en gözde şikayet konusu oldu. Avrupa’da başarının bu yüzden gelmediği ve gelmesinin zor olacağı vaazı bu sıralar popüler. Buna çözüm olarak daha fazla ithalat yanlısı konuşmak tamamen anlamsız görünüyor; zira Süper Lig’de daha fazla ithal edecek yerimiz kalmadı ve mesele saçma sapan bir yere vardı.


Öyle ki, mesela ligimizde 2025-26 sezonun 2. maç haftasında 3 adet Opoku isminde oyuncu ilk 11’de yer aldı: Kayserispor’da, Başakşehir’de ve Kasımpaşa’da. 18 takımın ilk 11’lerinde 2 tane Yusuf, 2 tane Gökhan var ama ben aradıysam da 3 tane aynı isimden Türk oyuncu bulamadım. John değil, Michael değil, Diarra değil; nadirattan Opoku... Bir başka örnek, süre alan isimler dikkate alınırsa Galatasaray’ın kadrosunda Almanya Gelsenkirchen doğumlu oyuncu sayısı, İstanbul doğumlu oyuncu sayısının iki katı. Örnekler çoğaltılabilir. Meselenin bir başka yönü de şu ki Zeki Yavru, Veysel Sarı ve Güray Vural formayı katiyyen kimseye kaptırmadan her sene 30 maçın üzerinde oynuyorlar. Milli oyuncu değiller, olmaları da artık ihtimal dahilinde değil. Onların yerine konulmak üzere onlarca transfer yapıldı, halen de yapılıyor fakat terazinin seviyeyi koruma, daha fazla düşmesine engel olan kefesindeler. Geldiğimiz nokta bu.


Dolayısıyla tüm bu tartışmalar afaki idi, şimdi de bu konu üzerine söylenenler boştur. Halen daha fazla ithalat talebi var, bilhassa belki alt liglere ithalat kapısı daha fazla açılırsa ki bu konuda teşebbüsler oldu, yine oluyor. Yahut altyapılara yabancı oyuncu getirmek yükselen trend. Ülkemiz için demografik fırsat penceresinin çok hızlı şekilde kapanması da bu durumu besliyor, ama bu gayretlerin de etki düzeyi minimal kalacaktır. Dolayısıyla büyüklerin harcadığı büyük paralar, yarışmacılığını kaybetmiş oyuncuların daha az tercih edilmesi Avrupa’da başarıya dair kapıyı biraz aralamışsa da Süper Lig’in ve Milli Takım’ın seviyesini artırmak yakın gelecekte ihtimal dahilinde gözükmüyor.


Çünkü bundan 10 yıl önce de aşağıdan gelen oyuncu havuzu çok sınırlı durumdaydı, artık daha da sınırlı. Yasin’in, Semih’in, Berke’nin ihracı muhakkak keni çapında değerli, halen Arda gibi bir süper yıldız adayı çıkarabiliyoruz ama oyuncu grubunun birlikte çiçeğe durduğu günler uzakta kaldı. Türkiye’de futbol şehirlerden dışarı atıldı. Bunun sebeplerini ve sonuçlarını “İstanbul'da Futbolun Mekânsal Tarihi: Mesireden Halı Sahaya Şehirde Futbolun Mekânı” isimli çalışmamızda etraflıca tartıştık ve yine çalışmayı genişleten X hesabımızda (@sahalaristanbul) örneklerle tekrar tekrar açıkladık. Üstelik mevcut düşük nitelikli havuzun yukarı çıkışını sağlayan kanalların da birçoğu tıkalı durumda. Futbolumuz bu bağlamda akmıyor, ancak damlıyor. Tıkanmış kanalların biraz açılmasına ya da daha ileri düzeyde, havuzun genişletilerek oluşacak selin engelleri yıkmasına dair çabalar çok cılız ve kolektif bir yanı yok. Giden Türk oyuncuların geri dönüşü tekraren ispatlıyor ki, talep ettiğimiz beceri düzeyini muadilini kendi yetiştirdiğimiz oyuncuları sattığımız paranın çok üzerine harcama yapsak dahi elde edemiyoruz. Aşikârdır, hem kulüpler hem de Milli Takımlar bazında yarışmacılığın artması, ancak ve ancak nitelikli yerli oyuncu üretimine ve bu üretimin anlamlı bir sayıda gerçekleşmesine bağlıdır.


Bu bağlamda ışık yok; çünkü kamuoyunda sadece transfer konuşuluyor, önemseniyor denebilir ama yine de umut var. Türkiye’de futbolun ve dahi çocuklarımızın, gençlerimizin hayatiyetine dair meseleyi gündeme getirecek, buna dair kamuoyu üretecek malzeme ve zemin mevcut. Her türlü medya aracında reçetelerin serdedildiği tiratların sayısı da az değil. Ancak konuşanların büyük kısmı meselenin esasına vakıf değil. Ama bocalamalar seziliyor, gelişmeleri anlamlandırma problemleri ortaya çıkmış durumda. Çocuklarda yükselen suç oranları da bir şeyler anlatıyor. Ezberlenen anlatılar uzun süredir çalışmıyor. Burada açılan gedikten birtakım anlamlı sözlerin, esasa ilişkin kıvılcımların çakması umulabilir. Çünki Türkiye’nin gündelik hayatta ve futbolda yaşadığı patinajın sorunu maddi kaynak eksikliği değildir, kısa vadeli başarı beklentisi de değildir. Futbolun ve gündelik hayatımızın zemininin, esasının farkında olmaya dairdir ve buradan değer, para üretmenin sosyal sorumluluk değil, her anlamda kârlı bir yatırım olacağına ilişkin bilgiye yaslanır. Sosyal fayda kendiliğinden gelir. Bu bilginin kamuoyunda yüksek sesle dile getirilmesi, seslerin çoğalması ve kolektif bir niyete, toplumsal bir talebe dönüşmesi halinde işin geri kalanı sanılandan çok daha kolay olacaktır.

 
 
 

Yorumlar


Sahalar Istanbul @2020

Datawrapper-logo_edited.png
Tableau_Logo.png
logo-knightlab_edited.png
zew5qloa58nkzp47xncl.png
bottom of page